• nermin yıldırım'ın ilk romanı. doğan kitaptan çıktığı için öyle sıradan bir roman değildir diye düşündürtüyor. aileyi, ayrılığı ve insanı birkaç farklı dönemin üzerinde gezinerek anlatıyor. ben de okumadım henüz ama iyi bir iş olduğu gibi bir izlenim yaratıyor. bi de doğan kitap daha güzel kapak yapabilse güzel olacak ama o kadarını beceremiyorlar hâlâ.

    (yahu güzel kapak yapsan büssürü adam alır da koyar evine. dekor hesaabı. edebiyat kazanır.)
  • ismiyle çok güzel bir izlenim yaratan roman.

    tanıtım yazısındaki
    "annesinin sesini ilk kez kırk üç yaşında telefonda duyan bir kadının hikâyesi bu. sırlarla dolu bir geçmişin peşinde kendi yaşamını sorgulayan, tarihin başlangıcını doğumlarla değil ölümlerle belirleyen süreyya'nın öyküsü. terk etmeye ve edilmeye, köksüzlüğe dair sarsıcı bir hikâye…"

    kısmı meraklandırıyor. süreyya'ya eşlik eden karakterler, ruh hali, bu konuşmanın içeriği hepsi hepsi meraklandırıyor.

    şurdan detayları görülebilir.
    http://www.kitapturk.com/…unutma_beni_apartmani.htm
  • cihangir'de bulunan bir apartmanin ismi.
  • unutma beni apartmanı'nı okumaya başlayınca, gerçek bir yazarla karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.

    peki ne demek gerçek yazar?

    günümüzün edebiyat dünyası kısır olsa da, basılan roman sayısı hiç de az değil. ancak içinden elle tutulur, okunduğunda gerçek bir edebiyatın tadını alabileceğiniz roman pek çıkmaz. hatta sekizinci, on sekizinci romanını yazanlar için bile bunu söyleyebiliriz. unutma beni apartmanı ise, elinize aldığınızda, edebiyat diye bir şeyin hâlâ var olduğunu size gösteriyor; hem de sanat eserlerinin umumi özelliği olan sıkıcılığa batmadan. yazım ustalığının yanı sıra, heyecanlı hikayesiyle de okurlarını etkileyecek bu roman, beni etkiledi valla. (henüz bitmedi, bitince daha uzun yazarım)

    -daily telesekreter
  • taksim'den elmadağ'a yürürken bi apartmanın girişinde "unutma beni istanbul" yazıyordu. aklıma bir çiçeğe neden bu isim verilsin diye düşündüm eve varana kadar. tamam çiçek güzel, isim de hoş. ama niye? bu kadar or,j,nal olmak zorunda mı? eve varınca çayı demlemeye konsantre oldum. çiçeği unuttum. pc'yi açıp da yeni çıkan kitaplarda ismini görünce, tanıtım yazısını okuyunca merakım yeniden kök saldı. en az çiçek kadar güzel bi ismi var. ayın yedisinde önce ziraat bankası sonra kitapçı yolu gözüktü bana. hadi bakalım..
  • fransız liseli öğrenciler tarafından yılın romanı seçildi. şimdi, birtakım gazeteler ya da birtakım odaklar yılın romanı falan seçerler. bakarsın bunlara, hep popüler romanlar ilk sıralarda. neden? bu adamlar okumazlar da ondan. listede ne varsa onları alıp sıralarlar, sonra da en iyisi bu derler. liseliler kadar okusalar, yapacaklar bir şeyler ama olmuyor, olamıyor.

    http://www.izmirsj.k12.tr/…_odul_toreni_kapanis.asp
  • adı, niyeyse basit bir kurguyu çağrıştırır. bir apartman var ve içinde yaşayan insanları anlatıyor olsa gerek demek işten bile değil. hiç de öyle değil. başlarken, neden kahramanımız kırklı yaşlarda diye sordum kendime. sonradan ki bence kitabın tek zayıf noktası budur, türkiye’nin son kırk yılında neler olmuş, pek de suya sabuna dokunmadan anlatma niyetiyle yapıldığı anlaşılır. belki suya sabuna dokunsaydı adam akıllı, bu basit kurgu, hiç de zayıf bir nokta olarak kalmayacak, romanı daha da güçlendirecekti. mümkün olmamış. şöyle bir savunma yapılabilir, yazarın derdi bu değil. zaten kahramanımız hanım abla da mürekkep yalamış yaşıtlarına göre oldukça apolitik. eski- yeni karışık okuma yapılınca anlaşılıyor ki, en aşağı son on beş yirmi yıldır, “yazar”ın bambaşka bir şeyi bambaşka bir açıyla anlatma derdi yok. artık sırf yazma keyfi için yazılmış gibi. bu da maalesef eseri zafiyete düşürüyor.

    ilk bölümler, sahiden başlarken yazılmış gibi duruyor. hiçbir şey ifade etmeyen ayrıntılar, süslü kelimelerle bezenmiş. kahramanımızın ne yediği, hele de birkaç yeşil zeytin vs yediği bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor. sonraki bölümlerde, nermin yıldırım romanına hakim olmaya başlıyor ve gereksiz ayrıntılardan arındırıyor metni. bu da okuma keyfini çoğaltıyor doğal olarak.

    sarmal kurgu, polisiye havası katıyor ve okurun dikkatinin dağılmasına engel oluyor. ben, kendimi, zor tuttum itiraf etmek gerekirse, geçmişle ilgili bölümleri bir çırpıda okumamak için. bunu öyle bir ustalıkla yapıyor ki romanın sonuna kadar, acaba neden sorusuyla okutuyor kendini roman. cinsellik ve özgür kız sosu biraz fazla kaçmış olsa da romanın iyiliğinden pek bir şey eksiltmiyor, romana pek bir şey kattığı da söylenemez. ama n.y adlı züppe kızımızın romana dahil olması sahiden çok güzel bir kapı açıyor. roman içinde roman özetleriyle zenginleşen bir metin çıkıyor karşımıza. özellikle babanın ensest çıktığı roman hem çok şaşırtıcı, zira okuyan kaç kişiye sordumsa, kimsenin aklına gelmemiş babanın tacizde bulunduğu, hem de maalesef çok sıradan. bir romanda her şey olmak zorunda değil ki. hanım abla, yıllar önce babasını kaybetmiş olduğuna göre, modern romanda da ensestten bahsetmemezlik olamayacağına göre n.y romanı olarak sürülüyor önümüze.

    klişelerden devam edecek olursak, bir kürt, bir ermeni de eklemeden olmazdı. benim canımı sıkan şey, bunların modern türk romanında olma zorunluluğuyla romana dahil olması. bir de roman kahramanlarının enteresan kişiler olması zorunluluğu var ki. bu noktada bence yazar da kahramandan nefret etmiş. hiçbir siyasi görüşü olmayan, hiçbir ideali de olmayan, bence gölge yazar olması bile kurtarmaz hiçbir iyi özelliği olmayan, hanım abla çok sinir bozucu. kendisine yıllarca bakmış babaannesinden nefret eden, kendi çocuğunu yaban ellerde terk edip ülkesine, dönmesi için hiçbir gerçek sebep yokken dönen biri, yemek yapmaz, arkadaşları yoktur, ilişkileri kırık döküktür, niye seveceğiz ki! kahramanın bahanesi de hazır, kimse ona acısın istemiyormuş. hanım abla kimse seni sevmesin istiyorsun, böylece kendi insan sevmezliğin meşruiyet kazanacak. sanırım fazla kaptırmışım okurken kendimi. bir kurgu insanla bu kadar kavga etmek hiç hoş değil. öte yandan aslında, okuru kahramanla zihinsel bir ağız dalaşına sokan yazar “iyi”dir.

    henüz yeni romanını okumadım. merak da ediyorum. klişe olacak ama henüz satın almaya fırsat bulamadım. ilk romandan daha iyi olacağını umuyorum.
  • ''acımak, başkalarının çektiği azaba bakıp, onların yasını tutarmış gibi yaparak kendi mutluluğuna şükretmektir çünkü. acımak, kıl payı yırttığın mutsuzluğun diyetini uğursuz, cüretkâr bir sadaka gibi dağıtmaktır. işte bu sadaka, iki damla gözyaşı ya da kimsenin bir işine yaramayacak anlık bir yürek burkuntusu kadardır. acıyan, kendini yüce duygulara malik, iyi yürekli bir insan olduğu yalanına inandırmaya çalışır. halbuki bencil bir sahtekârdan fazlası değildir. pek tabii bununla yüzleşmeyi aklının köşesinden bile geçirmez.''
  • nermin yıldırım'ın ne başaralı romanlarından biri.
    kendimi çok gördüm bu kadında. ve onun hikayesini okurken , türkiye'nin yakın tarihi de arka fonda insanın gözüne sokulmadan , mesaj verme kaygısı taşımadan , hatırlatarak çok şahane anlatılmış.
    ama sanırım en sevdiğim kısım , ahmet kaya'nın ödül törenini anlatmasıydı.
  • süreyya'dan ne kadar nefret etsem de, onu oksijen israfı olarak görsem de sonunda ağlatmış kitaptır. ayrıca yazarın saklı bahçeler haritasıkitabı bu kitapta geçen kişileri de kapsamaktadır.
hesabın var mı? giriş yap